
Oruç, diğer ibadetlere benzemez.
Namazda rükû görünür, zekâtta infak bellidir, hacda ihram apaçık… Ama oruçta gizlilik vardır. Kalple Cenâb-ı Hak arasında mahrem bir sırr-ı ubudiyettir.
Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurur:
“Her amel, insanoğlunun kendisi içindir. Ancak oruç benim içindir, onun mükâfatını ben veririm.”
İşte bu ifade, orucu diğer amellerden ayırır. Zira her ibadetin belirli bir sevabı, bir ölçüsü vardır. Oysa oruç, Cenâb-ı Hakk’ın nezdinde saklı bir rahmet vesilesidir. Ölçü yoktur. Kıymeti, mizan terazisine sığmaz.
Oruç tutan, susar… Ama kıyamet gününde susuzluktan emindir. Hadis-i şerifte buyrulur:
“Ben, orucu farz kıldım. Kul, benim için yemeği, içmeyi ve nefsânî arzularını terk etti. İşte ben de onu kıyamet gününde susuzluktan muhafaza edeceğim.”
Kıyamet günü…
İnsanlar ter içinde, gözyaşı ve pişmanlıkla boğulurken… Oruç tutanlara özel ziyafetler tertiplenir. Reyyan kapısından Cennet’e girerler. Diğer kapılar kapanmışken, bu kapı sadece onlara açılır.
Çünkü oruç, sabrın yarısıdır. Ve sabredenler müjdelenmiştir:
“Sabredenlere ecirleri hesapsız verilecektir.” (Zümer, 10)
Oruç, sadece açlık değildir. Nefsini terbiye etmektir. Mideni susturup kalbini konuşturmaktır. Dünyevî lezzetlerden geçip uhrevî huzura yürümektir.
Ve oruçlu, sırf Allah emretti diye aç kalır. O hâlde bu teslimiyetin, bu sadakatin, bu mahrem ibadetin karşılığını yalnız Allah bilir.
İşte bu yüzden oruç, bir sırdır. Ve sırlar, sahibine emanettir…
En Son TV sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.