Ergün Yıldırım yazdı: Tarikatların düşüşü mü?
Tarikatlar, Müslüman toplumlarda onlarca asırdır sürüyor. Anadolu’daki varlıkları için Ömer Lütfi Barkan “Kolonizatör Türk dervişleri” diyor. Orhan Gaziden önce, Geyikli Baba Bursa çevresini şenlendirir. Fethe de bizzat katılır. Osmanlı, cihangirlik rüyasını bir Ahi şeyhi olan Edebali’nin evinde görür. İmparatorluğun kurtuluş rüyası, bir şeyh ile bir gazinin ortak bilincinden doğar. Ankara’da TBMM açılışına Bayrami şeyhi de katılır. Tek parti rejimi tekkeleri kaldırsa da, yine de devam ederler. Hem de en baskıcı uygulamalara rağmen. Demek ki bu toplumun anlam dünyasının kurulmasında bu maneviyat yolunun önemi var.
Türkiye kendi tarihi, dini ve milli varlığıyla barıştıkça tarikatlar yeniden meşru olmaya başladı. Yeni yöntemlerle kamusal hayata katılıyorlar. Vakıf ve derneklerle faaliyetlerini sürdürüyorlar. Sert laikçi politikalardan kurtuldular. Devlet düzeyinde kabul görüyorlar. Türkiye’nin son yüzyılının en faal dönemini yaşıyorlar.
Öte yandan gençlerin sapkın neo-spirtüalist akımların peşine takıldığı ve maneviyattan koptukları zamanlardan geçiyoruz. Yogalar, veganlar, Şamanistler, tengriciler, meditasyoncular yeni maneviyat kurtarıcıları olarak arzı endam ediyor. Nihilist ve izafilik felsefesi kurtuluş reçetesi olarak sunuluyor.
Tasavvuf, dünyaya karşı mesafeli yaşama yoludur. Bu nedenle ruhsal arınma ve ahlaki eğitimlerden geçilir. Müritlik de, şeyhlik de bunun içindir. Sultanlık ve taç siyasette ve dünyada aranmaz. Maneviyatın zirvelerine varan insanlar sultan olur! Orada mal-mülk, güç-iktidar, şöhret-çevre önemli olmaz. İbrahim Ethem, sarayını ve krallığını terk ederek büyük insan olmuştur. Rabiatül Adaviyye, tasavvufla sokak şarkıcılığından çıkarak veli insan haline gelmiştir. Yükselmek, dünyevi yüksek makamlara gelmek değildir.
Toplumda yeniden meşruiyet kazanma sürecini yaşayan tarikatların dünya sultanlıklarına yönelen ve bunun için kavgalara tutuşan fotoğrafları vermekle her açıdan büyük bir ibretlik. Dünya ile dengeli ilişki kuramamanın krizleri. Dünyayla olan mesafeyi kaldırıp dünyayı kucaklaşmanın hazin halleri. Önce tarikat çevrelerinde, sonra muhafazakar çevrelerinde ve en son da bütün genel toplum çevrelerinde yıkıcı etkilere yol açar. Sakal ve cübbe, tarikat ve şeyh kelimeleri yeniden gözden düşer. Tarikat yeniden düşüş yaşar. Düşer. Gözden düşer, toplumun ilgisinden düşer.
Maneviyat açlığı çeken Müslüman gençler ve insanlar yabancı kaynaklara koşarlar. Başka kaynaklarda, başka çeşmelerde susuzluklarını gidermek için sıraya girerler. Sahte maneviyatlardan maneviyat beklerler. Toplum, yeniden kendi maneviyat varlığına yabancılaşır. Tarihi kültürüyle kavga patolojisi doğar. Tarikat kelimesi en itici ve en aşağılayıcı damgaya döner. FETÖ’yü bile tarikatçı diye damgalayarak siyaset üreten çevreler, ellerine zil takıp oynarlar.
Dünya malı ve dünya parası için kavgaya tutuşmak tarikat ehli kişilerin son işi olmalı. Çünkü tarikat ve tasavvufun ruhunda zahitlik var. Eğer tarikat kisvesi içinde yaşayanlarda mal ve güç kavgası varsa, orada zahitlik ruhu çoktan gitmiştir. Sarık ve cübbe sadece bir şekil olarak kalır. Yunus Emre bunu ne güzel söyler!
Derviş dedikleri, hırka ile taç değil
Elbette, maneviyat yolunda yürüyen ve cemaat olanlar her zaman büyük imtihanlardan geçer. Emanet, taşıyamayanın elinden alınır her zaman. Bu tasavvuf cemaatleri için de geçerli. Bir tasavvuf grubu dervişliği “taç” ve “hırkaya”, yani kudret ve mülkiyete indirgerse bunu yaşar. Emaneti kaybeder. Bunun birçok örnekleri var. Nice tasavvuf grupları yaşadıkları imtihanları geçemedikleri için kaybetmiştir. Yok olup gitmişlerdir. Ne devlet ne de hükümet gerekli bunun için. Allah, ilahi adaletini yerine getirir.
Toplumsal sekülerleşmenin baş döndürdüğü zamanlarda, tasavvuf grupları da bunu yaşıyorlar. Mal ve kudretle tanışınca dünyevileşmeye başlıyorlar. Maneviyat, merkezi önemini kaybediyor. Bütün Müslümanların ve dini grupların şu anki imtihanı sekülerleşmedir.
EN SON TV sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.