İnsan yaratılmışların en değerlisidir.(İsra 17/70) Kur’an’da insanın çamurdan yaratılışı anlatılırken Allah “ona ruhumdan üfledim” ifadesini kullanır.(Secde 32/9, Hicr 15/29)
İnsanı böyle özel yaratan Allah kâinatı da insanın hizmetine sundu.(Bakara 2/29, İbrahim 14/32-34, Casiye 45/13) İşte bu ikramı gören insanoğlunu Allah katında değerli kılan onun makamı, mevkii, şan ve şöhreti, güzelliği, rengi, cinsiyeti, ırkı, ya da sağlıklı oluşu değildir. İnsanın Allah katında değerli olma ölçüsü Kur’an’ın ifadesiyle “TAKVALI” olmasıyla alakalıdır.(Hucurât 49/13) Takvalı olmak, duyarlı olmak demektir. Allah’ın emir ve yasakları noktasında duyarlı olmak, sorumlu davranmak demektir. Allah Rasûlü(as) de bu yönde açıklamalarda bulunmuştur. O’na kulak verelim: “Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim,Birr,H.No:24)
Diğer taraftan özürlü doğmak ya da sonradan özürlü olmak insanın dünya imtihanının bir parçasıdır.(Enbiya 21/35) İnsan bazen nimetle bazen musibetle, bazen varlıkla bazen de yoklukla imtihan olunur.(Bakara 2/155) Burada şuna dikkat edelim. Başımıza gelen her sıkıntının sebebi bizzat biz olmayabiliriz. Dünya imtihanımızın bir parçası da olabilir. Bu imtihan hem özürlü kişi hem de toplum için söz konusudur. Yani toplumda yaşayan özürlüler özürlü olmayanların sınavıdır aslında. Burada şu mühim hususu da dile getirmek durumundayım. Bugün bazı anneler sırf özürlü doğacak diye bebeğini daha anne karnında katlediyor. “Kürtaj” yolu ile öldürüyor. Bu bir CİNAYETTİR. Doktorlar özürlü olabileceğini söyleseler bile öldürme hakkımız yoktur. Kaldı ki doktorların özürlü dediği bebek sapasağlam dünyaya gelebiliyor. Bunun birçok örneğini duydum. Bu cürmü işleyenler mahşerde “cinayetten” yargılanacaklardır. Nasıl ki doğduktan sonra özürlü olanları öldürme hakkımız yoksa anne karnındaki bebek de bir bireydir öldürülemez. Dinen günahtır. Dinimiz sadece, “annenin hayatı mı bebeğin hayatı mı?” diye bir tercihte bulunmak zorunda kalındığında annenin hayatının kurtarılıp bebeğin hayatına son verilmesine cevaz vermektedir. Bunun dışında ne surette olursa olsun anne karnındaki bebeğin hayatına dokunulamaz. İşte burada asıl özürlü olan o bebek değil onu katleden, katledilmesine göz yuman zihniyettir. İnancımıza göre bedenen ya da zihnen özürlü olmak bir eksiklik değildir. Bu insan da Allah katında değerlidir. Dolaysıyla toplumda da dışlanamaz, değer verilir. Bunun Allah Rasûlü’nün hayatında bize ışık tutacak örnekleri vardır.
Abdullah b. Ümmi Mektum’u çoğunuz duymuş olmalısınız. Âmâ(görme özürlü) bir sahabidir. Abese sûresinin ilk ayetleri bu sahabi sebebiyle inmiştir. Efendimiz(as) Kureyş’in ileri gelenlerine İslam’ı anlattığı bir sırada Abdullah b. Ümmi Mektum çıkagelmiş ve Allah Rasulü’nden İslam konusunda bazı bilgiler talep etmişti. Efendimiz de onun bu tutumundan, sözünün kesilmesinden rahatsız olmuş (şimdi sırası mı der gibi) ve yüzünü çevirerek onunla ilgilenmemişti. Allah da O’nun bu tutumunu Abese’nin ilk ayetlerini indirerek tenkit etmiş, uyarmıştı.( Not: Bazı kaynaklarda Abdullah b. Ümmi Mektum’un gelişinden rahatsız olup yüzünü ekşiterek sırtını dönen kişinin Rasulüllah’ın İslam’ı anlattığı Kureyş’in ileri gelenlerinden Velid b.Mugire olduğu geçmektedir ki Velid b.Mugire, gözleri görmeyen sıradan bir adamın kendisi gibi elit birisi ile aynı ortamda olmasından rahatsız olmuştu) Allah Rasulü(sav)’nün daha sonraları Abdullah b. Ümmi Mektûm’u gördüğünde, “Kendisinden dolayı Rabbimin beni azarladığı şahsa merhaba!” diyerek ona iltifat ettiği kaynaklarımızda yazılıdır.
Allah Rasûlü’nün hayatı baştan sona bize örnektir. Özürlüler konusu da öyle. Allah Rasulü özürlü kimseleri toplumdan dışlamamış, tersine onları topluma kazandırmış hatta kamuda görevler vermiştir. Bunun en güzel örneği yukarıda sözünü ettiğimiz âmâ sahabi Abdullah b. Ümmi Mektum’dur. Allah Rasulü ona Kur’an öğretmenliği ve Mescid-i Nebevide müezzinlik vazifesi vermiş, daha da ötesi Veda Haccı ve Uhud savaşı dahil Medine dışına çıktığında tam 13 defa yerine vekil bırakmıştır. Yine önde gelen sahabilerden bir ayağı aksayan(topal) Muaz b.Cebel’i Yemen’e vali olarak göndermesi de kayda değerdir. Âyet ve hadislerden anlıyoruz ki fiziksel manada eksiklik aslında özürlülük değildir. Yani bedeni eksiklikleri olana özürlü denmez. O zaman “asıl özürlü kimdir?” sualine cevap aramak lazım. Kur’an, gözü olmayan “kör” demez, kulağı olmayana “sağır” demez, dili olmayana “dilsiz” demez. Kur’an yine aynı ifadeleri kullanır ama bu kullanım mecâzîdir. Bu manada asıl körlük hakkı görmemektir. Asıl sağırlık hakkı hakikati duymazlıktan gelmedir. Asıl dilsizlik hakkı hakikati dillendirmemektir. (Bakara 2/18,171- Taha 20/124,125) Selâm ve dua ile.